Boston, Amerika Tatili

Boston Bölüm 1 – Vize, uçak bileti ve evraklar.

Bir hovardalık yapalım ve nereye tatile gidelim derken yurtdışı kararı aldık bir anda. Baktım buralar sıkıcı, böyle gitmiyor, bir yaz tatilinde de sevgilimi koluma takıp Amerika’nın yolunu tutmak istedim. Çok da iyi yaptım sanırım. İşler şimdiden çok zevkli ilerliyor. Önce nereye gitmemiz gerektiğine karar verdik, ve tabii ki ablam yaşadığı şehir olan Boston’u seçtik. Daha önce yaşadığım Virginia Beach’e de yakın sayılırdı. Newyork, Washington ve Virginia Beach de cabası. Gerizekalı zaten daha fazla kalamayacak Harvard’da, fırsat varken gitmek en doğrusu.

Amerikan Konsolosluğu ve Vize İşlemeri

Öncelikle gerekli olan vizeyi almamız lazım dedik, uçak biletleri fiyatlarına da bir göz attık, karar verdik ve gerekli olan evrakları hazırladık. Ucuzabilet.com‘dan en uygun fiyatlı Amerika biletini bulduk, rezervasyon çıktısını attık klasörün içine, şirket evrakları vs. (şirket evraklarının nerdeyse hiç birine ihtiyaç duymadık; bir ihtimal sorarlarsa diye götürmüşüz bunu anladık). Konsolosluk sitesinden, 20 dk’da formu doldurarak, çıktı alınabilecek hale getirdik. Eposta kutunuza gönderdikleri barkotun çıktısını alıyorsunuz. Yanınızdaki 1 numaralı evrak bu evrak, aman unutmayın. Online olarak ödeme işlemini gerçekleştirdik. 10 senelik vize için 160 $ ödemeniz gerekiyor. Ödedik 🙁 sonrasında da online olarak randevu ekranı açılıyor. Randevuyu sabah 7:30’a aldık.

O gün giyindik bir güzel, İstinye’deki konsolosluk binasının yolunu tuttuk. Sakın erken gitmeyin, bir gereği yok. ilk gelen sıraya falan girmiyor. Mal gibi konsolosluk binasının karşısındaki cafelerde bekliyorsunuz, kahvaltı edip çay içmek istiyorsanız başka tabii. saat 7:30’a doğru bir görevli, araç giriş kapısının orada sıra olmamız gerektiği konusunda çağrıda bulundu bağıra bağıra. Herkes bir koşu sıraya girdi, tipik halk işte, nerede sıraya girerse girsin, iletişim olmadığı için herkes birbirini ezmekle meşgul. Sonrasında rutin işlemler. Ön kapıda arama, içeri girmeden önce evrak kontrolü, sonrasında bina içine girişte arama, ve yukarı çıkış.

Yukarı asansörle çıkıyorsunuz, sol, sağ yaparak odaya giriyorsunuz, içerisi bir bankayı andırıyor zaten; 12 tane gişe, güvenlik görevlileri vs. ilk girişte sıra numarası veriyorlar. Ve o sıra numarasına göre çağırılıyorsunuz. Takip etmek için sıra numara ekranını görebileceğiniz bir yere oturun. Arkanızı dönmeyin, göremezsiniz. Öncelikle parmak izi sırası yanıyor, gidip parmak izinizi veriyorsunuz. Sonrasında da mulakat için bir gişeye gitmeniz gerekecek.

Sabah sabah bizden başka gülen yok, bıraksalar kahkaha atacağız orada. Her zamanki halimiz ayrı konu. Mülakat sırası yandı, ben koşarak gittim, hatta dalga geçiyodum giderken, mülakat sorularına cevap veremeyeceğimiz şekilde çişim gelmişti 😕 Renkli gözlü, iri bir adamın karşısına geçtim. Dedim ya gülüyordum kalktığım zaman, gittiğimde de gülerek gittim bankoya. Eleman da gülerek karşıladı beni ve “bu sefer nereye gitmek istiyorsunuz” dedi Türkçe, korkmayın güzel Türkçeleri var. Ben İngilizce devam ettim ayrı konu. Anlattım derdimi, “maksat muhabbet” dedim, “sizleri görelim yeter”, “bazen güzel oluyor farklı yerler görmek biliyor musun” dedim. Şaka bir yana, daha önce ne yaptığımı ve nereleri gezdiğimi sordu, sonra da iyi yolculuklar diledi, tam o sırada kol düğmelerini gördüm, kol düğmeleri hakkında da ufak bir sohbetimiz oldu. Her zaman dedikleri gibi “oraya gitmeden önce vizeyi verip vermeyecekleri zaten belli oluyor. Siz çok büyük bir şüphe uyandırmadığınız sürece olumlu kararları değişmiyor.

Toplamda 2 dk sürmeyen görüşmemin ardından, sevgilimin yanına gittim, tam o sırada da onun mülakat sırası geldi. Banko’daki sarışın kadın, nereye gideceğini, kiminle gideceğini ve şu anki iş yerinde ne kadar çalıştığını sormuş. Ona da en güzelinden bir “iyi yolculuklar” dilemişler.

Bu olay Perşembe günü oldu, ve ilk Salı günü pasaportlarımız elimizdeydi. Kayıt formunu doldururken işaretlediğimiz postaneden gidip aldık pasaportlarımızı. Sonrasında uçak biletlerini, Dolar/Euro daha da yükselmeden alalım dedik. Beklentimizin altında bir fiyatla aldığımız için şanslıyız. Biz yaklaşık 1300 TL’ye aldık. Hem de British Airways.

Şimdilik plan aşamasındayız, oraya gittiğimizde neler alacağız, neler yapacağız bunları araştırıyoruz. Bundan sonraki bölümde, planı nasıl yaptığımızı ve nereleri gezmek istediğimizi bulabilirsiniz.

Boston Bölüm 2 – Valiz, hazırlık ve program.

Üstteki yazıyı yazdıktan sonra yolculuğu planlamak için çok zamanımız oldu. Hatta öyle bir plan yaptık ki, gitmiş kadar olduk. O yüzden gitmekten vazgeçtik :p . Şaka bir yana, Excel’de bir program hazırladım kendimce, oraya gittiğimizde hangi gün ne yapıp, ne kadar harcayıp, nereye gideceğimiz ve ne alacağımız konusunda detaylı bir program. Bu program sayesinde, gitmeden yanıma ne kadar harçlık almam gerektiği de çıktı ortaya. Tabii ki evdeki hesap çarşıya uymayacak ve orada işler karışacak. Ancak çok yaklaşık olarak neyin ne kadar olduğunu biliyorum. Halen eksikleri var ayrı konu (yolculuktan 1 hafta önce).

Nette dolaşırken, müzeleri ve eğlence parklarını araştırıyoduk, ve dolayısı ile indirim bulabileceğimiz kupon kodları falan arıyoduk. Sonra bu Go Boston Card‘ı gördük, bir sitede, satın aldığınız gün sayısına göre, size 60’ı aşkın atraksiyonda biletsiz geçiş imkanı veren bir kart. Hem zamandan hem de (cidden hesapladık çok hesaplı) ekonomik olarak çok avantajlı olan bu kart, müzelerde, turlarda, eğlence parkında ve daha bir çok yerde size indirimli geçiş hakkı sağlıyor. Biz kişi başı 135 $’a 5 günlük versiyonundan aldık. Bunun içinde, Duck Tour dedikleri, amfibik araçlarla hem karadan, hem sudan Boston turu yapabileceğimiz atraksiyon ve Six Flags New England eğlence parkına giriş var. Eğlence parkı zaten kafadan 60$, geriye kalan 75$’lık kısmın da hakkını çok çok ama çok fazlasıyla veriyor.

Araba Kiralama

İstanbuldan kiraladık arabayı, rentalcars.com aracılığı ile son 1 hafta için 236$ verdim, araç Ford Focus, 2 farklı zorunlu sigortası yapılmış şekilde. Eğer halen Amerikadan aldığım ehliyet geçerli olsaydı, yarı fiyatından daha aza bulabiliyordum, aynı süre için. Ancak geçerli olabilmesi için tekrar sınava girmem gerekiyor ve bunun için zamanım yok.

Yolculuk Sonrası Düzeltme: Arabayı Nissan Avira olarak verdiler, ve çok iyi ettiler, benzin için cidden çok cüzzi bir miktar ödedik diyebilirim. 10 litrelik Deposunu 18$’a doldurduk (yaklaşık 2.06$ galon başına vereceğiniz miktar, her yerde aynı değil tabi).

Yolculuk Sonrası Düzeltme2: Eğer arabayla uzun bir yolculuk planladıysanız, kesinlikle ücretli otoyol geçişleri için EZPass alın, hem zamandan hem de paradan tasarruf edebilirsiniz. Tüm masrafları ile birlikte sınırsız otoyol geçişi yapabileceğiniz EZPass (günlük 11.99$ ve maksimum 59.99$ oluyor ancak 8$ işlem ücreti ve TAX alınıyor) 70$’a geldi. Ek para ödeyip, helal ettiğimiz belki de tek şey, çok rahat ettik.

Alışveriş

Bestbuy.com ve Microcenter.com sitelerinde, aradığım elektroniklerin hepsini, çok ucuza bulabildim. Mağazadan alınamayacak olan ürünleri, kargo ile ablamın evine gönderdim. Bazıları geldi, bazıları da yolda. Ancak son anda yaptığı bir araştırma ile Yeşim sayesinde Daleware Eyaletinde elektronikler için vergi alınmadığını duyduk. Zaten Virginia’ya giderken, yolumuzun üzerinde kalan bu eyaletteki Bestbuy mağazalarına uğrayarak, %6.4 olan vergiden kurtulmayı düşünüyoruz. Bestbuy.com’dan store pick-up seçeneği ile adresimi Daleware gösterdiğimde, ödeme ekranında cidden vergi eklenmediğini gördüm. Alırken de bu şekilde oluyor dediler. Gidip göreceğiz, bakalım…

Yolculuk Sonrası Düzeltme: Delaware gerçekten kral eyaletmiş! Onca elektroniği vergisiz almanın mutluluğunu yaşattın ya bana, Allah da seni güldürsün Delaware! Concord Pike’daki tombik asistana da değinmeden geçmek istemedim. Bir Amerikalı’nın yapmayacağını yaptı bana, “prize match” bahanesi ile indirim yaptı.

Yola Çıkmadan Önce

Araba sorun olmasın diye, taksi, metrobüs sonrasında metro yaptık. Çok kısa bir zamanda gittiğimiz için, havaalanında, kalabalık olmasına rağmen çok rahattık. Vaktimiz de olduğu için gayet keyifliydik. Bavulları vermek için kontuarın açılmasını beklerken kahvelerimizi içtik bir güzel. Bavulları teslim ettikten sonra da biraz gezindik.

Uçak Yolculuğu

Aktarmalı alarak çok iyi yaptığımız uçak biletilerimizle, önce İstanbuldan (4,5 saat) Londra sonra da (7,5 saat) Boston yaptık. Yolda cidden çok eğlendik. British Airways’in hostesleri gerçekten ama gerçekten cana çok yakınlar. Yaşlı görünümlü teyzeye çok teşekkür ederiz, bizi biraya boğdu (Tıaygaa tıaygaa!). “Kahkahalarınız uçağımızdan eksik olmasın çocuklar, Allah’a emanet olun” diyerek bizi uğurladı. İngilizler hakkındaki fikirlerimi değiştirdi kendisi, tekrar teşekkür ederiz. Londra havaalanında birazcık oyalandık, etrafı gezdik, ve havaalanı içinde trenle uçağın kalkacağı terminale gittik. Gidiş uçağıklarımız teknolojiden biraz geri kalsa da, yolculuk 2 film 1 uyku 1 yemek derken sağ sağlim bitti. Uçak yolcuğu sonundaki Amerikaya giriş vize kısmı ise çok ama çok kısa sürdü. Sadece sırada bekledik ve geçtik.

Boston Bölüm 3 – Boston’dayız.

Boston Güzel Ama Biraz Şey

Ney? Gayet güzel aslında, ancak donuk. Yani çok fazla işinde gücünde olan insanla karşılaştık, bu sebeple turistik bir yer değil hani; daha çok dinginlik seven, veya evinde şiir kitapları yazmak isteyenler için güzel bir şehir olabilir. Tabii ben şehir merkezi hariç olan Harvard, Somerville, Cambridge tarafları için söylüyorum, yoksa şehir merkezi tam bir keşmekeş.

Somerville

Somerville, ufak bir merkezi olan (4 yol ağzı gibi), etrafı esnafla kaplı ufak bir mahalle. Harvard, ve Cambridge arasında kalıyor, ulaşım çok kolay, ve her yer neredeyse yürüme mesafesinde.

Downtown

Turistik açıdan gayet zengin, size şehir hayatını aratmıyor. Filmlerde gördüğünüz şehirsel Amerikayı buralarda bulabilirsiniz.

1. Gün – Harvard

Sadece ve sadece okul ve okul ile ilgili yerler var. Kampüs çok büyük, bizim burada gördüklerinize benzemiyor. Ve buranın da ufak bir merkezi var, ciddi anlamda ilk trafiği Harvard Center’da gördük.

Çok soğuktu, yaklaşık 9 Santigrat dereceymiş. Kat kat giyinip, çıktık yollara. Kendimize güzelinden bir kahvaltı yaptıralım dedik ve ünlü bir kahvaltıcıdan açma aldık, içerisine malzeme konulanlardan. Biz 2 kişi için 40$ verdik, sakın siz vermeyin. Hatırladığım kadar lezzetli de değillermiş hem de. Neyse sonrasında biraz etrafı gezdik, keşfettik. Harvard tarafına gittik, etrafı ve kampüsü gezdik, rutin fotoğraflar çektirip gerizekalı ile buluştuk. Bişeyler yedikten sonra gerizekalının yanından ayrıldık ve kendimizi tekrar yollara vurduk.

Basket Market’ten kahvaltılık bişeyler aldık, bir kez daha 40$ vermek istemedik sanırım ehehe 🙁 . Basket Market Amerikaya göre çok ucuz, insanlar oradan alışveriş yapmak için uzaklardan geliyormuş. Yalnız çok dikkatli olun, burada mahallenin pis bakkalının sizi dolandırmak için yaptığı çeşitli oyunları, Basket Market’te legal olarak gözlemleyebilirsiniz. “İndirimli Ürün : 2 tane alırsan 4$ ödersin” kırmızı renkli etiketlerin foyasını Yeşim meydana çıkardı. Teki zaten 2 dolarmış. Size 2 tane aldırtmak için yapılan bir düzmece. Yani ortada indirim falan yok.

Gerçekten eski fiyatına göre indirim yapıldığını gördüğüm ürün ise, kasada eski fiyatından geçiyordu. Sonrasında aldığımız fişi kontrol ederken farkettik ve müşteri hizmetleri kısmından fazla ödediğimiz kısmı geri aldık. Bu tip hikayelere kurban gitmemek için, fişinizi mutlaka kontrol edin. Amerika’nın genelinde yapılan bir düzmece bu.

Not: Yunanlı dostumuz, Ceasar Pizza’nın yakışıklı elemanına buradan selam ediyoruz. Harika pizzalarını mutlaka ama mutlaka yemelisiniz. (Basket Market karşısı.)

Salem

İstanbul – Kocaeli mesafesinde, yaklaşık 14$’lık banliyö trenlerle ulaşımı sağlayabileceğiniz bir cadı şehri Salem (Charlie Card bu ulaşımı kapsamıyor). Ancak öyle korku dolu anlar için gidecekseniz, şimdiden söyleyelim gitmeyin; hiç korkunç değil. Ortam daha çok, cadıların aslında sanıldığı gibi kötü olmadığının propagandasını yapan ve hatta iyi oldukları sonucuna vardırmak için müzelerde çalışan insanlarla dolu. Cadı müzeleri, mezarlıkları ve 1600-1700’lü yıllardan kalma evleri ziyaret ettik. Gayet turistik ve güzel seyri olan yerlerdi. Korkmadık yalnız, bir kez daha söylemekte yarar var. Boston Card’a dahil atraksiyonlardandı. Hiç bir müzede veya turda ekstra vermedik. Korkmadık, demiş miydim? :/

Duck Tour

Duck Tour dedikleri bir şehir turu, üstteki görselde gördüğünüz amfibik araçlarla yapılıyor. Turun 1.5 saatlik kısmını karadan yapıyorsunuz, sonrasında araç suya iniyor, ve bu şekilde şehri bir de sudan görüyorsunuz. Bu sırada size espiriler yapan şöför hiç susmuyor ve çevreyi anlatıyor. Freedom Trail ile görebileceğiniz çoğu yeri rehber eşliğinde araç ile görme fırsatınız oluyor. Eğlenceli, ailecek yapılabilecek bir aktivite.

Bilim müzesi

Eğlenceli ancak ergenler için… 17 yaş altı çocuğunuz varsa gayet öğretici, bizim eğitim sistemimize göre de 40 yaşında olsanız bile gayet öğretici olabilir, ancak benim gibi çok araştırmacı ve mükemmel bir bilim adamının bu tip bir yerden öğrenebileceği çok veri yok. Bu sebeple siz gidin, biz çıkıyoruz. Arada sıkılmaktan bir kaç trolleme de yapalım dedik ehehe. Bir arada telefonu kaybettik, çok iyi panik hallerimizdendi; telefonu bulmak sevindirici tabi.

Akvaryum

Rüzgarlı bir günün sabahında, koşarak metro ile şehre indik, ve sahil tarafındaki, Boston Card’a dahil olan akvaryum gezimize başladık. Daha kapıdan girmeden, gişelerin arkadasında fok balıkları ile cilveleşebiliyorsunuz. İçerisi çok güzel organize edilmiş, penguenler ile kapıyı açıp, yukarıda devasa bir okyanus tankı ile kapatabilirsiniz. Bunun yanında, tankın etrafından yukarı çıkarken, pitonları görebilir, zehirli kurbağalar ile şarkılar söyleyebilirsiniz. Vatosları sevmeyi unutmayın! Çok ilginç deneyimlerimden bir tanesiydi.

Hayvanat Bahçesi

Bildiğiniz hayvanat bahçesi, sadece Türkiye’de göremeyeceğiniz 3-5 tür daha var. Gidin, hatta çocuklarınız varsa kesin gidin, çocuklarınız çok eğlenebilir, çok öğrenebilirler. Yeşim’in uyarısı sayesinde, aramızda sadece cam varken, adını Hamza koyduğumuz gorillerden bir tanesi ile çok ilginç deneyimlerimiz oldu. Videosunu, sağ kolondaki Instagram kısmından görebilirsiniz.

Six Flags

Boston merkeze yaklaşık 2 saat uzaklıkta, New England içerisinde yer alan Tiny Tunes temalı eğlence parkı. Cuma günü gitmemize rağmen, çok kalabalıktı, ancak bir İstanbullu için kalabalık ancak metrobüs seviyesinde başlar tabii, bize çok koymadı yani. Boston Card ile çok şık bir şekilde içeriye giriş yaptık. Batman, Robin, Kedi Kadın ve Tiny Tunes kahramanlarını içeride dolaşırken görebilirsiniz. Hatta bu şahıslara ismen tahsis edilen Roller Coster’lar ile gününüze renk katabilirsiniz (yeşil veya mor). Çok eğlenceliydi, özellikle 297269 kere bindiğimiz Superman, harikaydı! Alın size bu da haritası.

Neler Yaşadığımızı Gösteren Bir Video:

Neler Yaşadığımızı Gösteren Temsili Video:

Cape Cod

Şahsen biz çok sevdik, gerek gidiş yolu, gerek kasaba havası mükemmeldi. Gidiş yolunda Amerikan filmlerinde gördüğünüz mahalleleri ve evleri görebilirsiniz, oraya vardığınızdaki manzara da muhteşem, hatta okyanus kenarında bu kadar güzel bir kasaba görmedim desem yeridir. Okyanus’un çok yakınında oluşan kumdan adacıkların üzerinde deniz aslanları ve foklar kısmetlerini ararken, siz de onları seyredebiliyorsunuz. Uç noktası da Amerika’daki eşcinsellerin çok rahat ettiği bir yermiş. Hatta burada evlenebiliyorlarmış.

Bunun yanında ıstakozları da çok ünlü, biz kiloluk bir ıstakozu afiyetle götürdük, tavsiye ederiz. Bir “iyi ki doğdun Yeşim” dedirtemedim onlara ayrı konu. Yeri gelmişken uyarmakta fayda görüyorum, 2 pound’luk adı altında satılan ıstakozlar 2 kişi için gayet yeterli. Sakın garsonun “2 pound’luğu 1 kişi de yiyebilir” sözüne aldanmayın. Bıraksak yiyebilir tabi ama gerek var mı? :/

Daleware

Dedikleri kadar varmış! Vergisiz! Fleto edilmiş bir somon kadar pürüzsüz. Gittik, hemen hemen tüm elektroniklerimizi oradan aldık ve bir sent vergi ödemedik. Kasada paramızı öderken en güzel anlarımızı yaşadık. Kara kara tax back olayının nasıl yapılacağını düşünürken, bu düşüncelere bir son vererek, Amerikadan vergisiz elektronik almanın verdiği haklı gurur ile yolumuza devem ettik. Yola çıkmadan önce Wendy’s’de durmamak olmazdı hani 😉 .

Williamsburg – VA Beach

Geldik 10 senelik arkadaşlığın tekrar buluştuğu yere! Grigory’nin atolyesindeyiz. Araba yolculuğu molalarla birlikte yaklaşık 14 saat sürdü, toplamda 3500 km’lik yolun, yaklaşık %50’sini buraya gelirken yaptık. Yeşim güzel bir co-pilot, yani iyi bir co-pilot olmayabilir ancak güzel yani. Yolun çoğunda uyusa da hazırladığımız haritalara ve GPS ile yönlendirme konularında bana çok yardımcı oldu. Kadınların sezgilerine önem vermek lazım. GPS’den daha faydalı olabiliyorlar.

Grigory ile, gece yarısı geldiğimiz Williamsburg’dan Erol’un yanına, VA Beach’e geçtik. Sağolsun Erol bize inanılmaz bir oda ayarlamış evinde. Kendi yatağını bize vermesi bizi çok mahçup etse de o yorgunluğun üzerine hayır diyemedik. Seviyoruz seni Erol 🙂 . Sonraki gün Gabi ile de görüştük, tesadüfe bakın, yıllar önce 1 kez gördüğüm annesi de oradaydı, ve hepbirlikte harika zaman geçirdik; bowling oynadık. Şampiyon her zamanki gibi Yeşim oldu. Nasıl oluyor anlamıyorum, bu sefer bir bahanem de yok yani.  Sonra bir bara gidip yemek eşliğinde bişeyler içtik, sohbet ettik. Hepsini çok seviyoruz! Şimdiden çok özledik sizleri.

Washington

Dönerken, “uğramazsak olmaz” dediğimiz Washington’da da bir süre durduk. Ciddi anlamda yediğimiz yemeğin tadı halen damağımda. Yemek yemek için arabayı sokak kenarına park ettik ve şu filmlerden çokça rastladığımız para atmalı parkometreleri kullandık. 2 dolar ile yarım saat park ettik diye hatırlıyorum. Rutin fotoğraflar çekilerek yolumuza devam ettik.

Newyork

Fatih Abim’e ne kadar teşekkür etsek azdır, kendileri Türkiye’deyken biz de onların evinde, oğlu Deniz ve kızı Emel ile 2 gün geçirdik. Fatih Abimin yıllardır bana çok yardımı olmuştur. Yolda tanıştığımız güne şükürler olsun. Newyork’a gider gitmez park yeri aramaya başladık. Arabayı kalacağımız evin (Marina) oradaki ara sokakların birine koyduk. 400 $ park cezası vermemek için etrafta trafik tabelası aradık, vardı ve park etmemize mani değildi. Bunun yanında, park alanı içindeydik, yani bulduğumuz yerde sorun yoktu. Ve yakınlarda itfaiye vanası da yoktu. Park yeri aradığımız 2 saatin ardından artık eve çıkmaya hazırdık, ve çıktık.

Sağolsun Deniz ve Emel bize çok misafirperver davrandılar, daha öncelerde konuşamadığımız kadar konuşup, sohbet ettik. Okullarından ve çalıştıkları yerlerden bahsettiler. Evin 3. şirini Peri şu an Avusturalya’da olduğundan aramızda değildi. Çocuklardan bazı şehir tavsiyeleri aldık ve ertesi gün hazırlığı yaptık.

Haşin geçen bir gezinin ardından Newyork bize gayet düzenli geldi açıkcası. Şehir gibi şehir, hatta tam Eminönü. Eminönündeki tarihi mekanları alıp, yerine gökdelen koyun, alın size Newyork. Ben çok sevmiyorum kendisini, ancak Yeşim ilk defa gitmenin heyecanı ile sevdi sanıyorum.

Güyya bombalı saldırıda yıkılan ikiz kulelerin yerine, 2 tane şelale yapmışlar, yanlarınada Freedom Tower adında ve Empire State binasından daha uzun bir bina yapmışlar. Herşeyi fırsata ve paraya çevirmeyi bilen Amerikalılar tabii ki bu binanın da turistik kısmını iyice paraya çevirmişler. Kişi başı 34$ verip, yukarı çıkıyorsunuz, eğer akşam çıkmak isterseniz 38$ vermeniz gerekiyor. Asansör yolculuğu gerçekten güzel, asansör yukarı çıkarken sizi, etrafın 200 sene önceki halinden başlayarak, şimdiki haline gelinceye kadar geçen zamanı konu alan bir animasyon karşılıyor. Ancak kabinin içi olduğu gibi vizyon, yani bütün duvarlar ekran. Kendinizi bir eğlence parkında hissedebilirsiniz. Yukarıya çıktığınızda sizi Newyork’un 360 derecelik görüntüsü karşılıyor. İstediğiniz kadar vakit geçirebilirsiniz.

Bu arada yukarı çıkar çıkmaz, sizi bir alana alıyorlar, burada size 15$’a tablet kiralamaya çalışıyorlar. Tableti kamera moduna alıp, nereye bakarsanız, ona göre ekranda bina özellikleri beliriyor. Eğer tarihe meraklı iseniz ve bu şekilde etrafa bakmak isterseniz, bu tableti alabilirsiniz. Biz Türk olarak gerek duymadık. Bizden daha iyi bilecek değil ya!

Times Meydanı’nın yakınında, mumya müzesine girdik, bir güzel de orada eğlendik. Sonrasında çok gezdik, hatta öyle bir gezdik ki Yeşim’in ayağı su topladı, gıkı çıkmadı! Tüm yolculuk boyunca günlük ortalama 25 Km gezmişiz. Newyork’ta belki 30’a bile çıkmış olabiliriz. E bu yorgunluğun üzerine de bir spor barında bira içmemek olmaz dedik, en harikasından yudumladık buz gibi biraları, her yerde olduğu gibi burada da kahkahalar, rutin eğlenmeler falan.

Not: Aşağıdaki fotoğraflarda, Yeşim’i bir polisle el ele görürseniz şaşırmayın, film hilesi o.

Boston Common Park

Şehrin göbeğinde park. Olur mu demeyin, bize yabancı gelebilir, ama onlarda böyle. Şehrin göbeğinde, yemyeşil, kocaman, mis gibi park! hem de her yerinde oturulabiliyor. İsterseniz kahvenizi alıp, gelip bir öğle arasında dinlenebilir, ördekleri ve gölde yüzen kuğuları izleyebilirsiniz. Güneşli bir günde gittik, çok keyifliydi.

Freedom Trail

Feedom Trail, Boston Common Park’ta başlayan ve belirgin bir şekilde kaldırımda görülebilen, eski taşların sıra sıra dizilmesi ile oluşturulmuş bir izden ibaret. Üst görselde başlangıç yerini görebilirsiniz, yerdeki iz Freedom Trail. Sizi şehir merkezinin etrafında uzun bir müddet dolaştırmaya yetecek kadar da uzun. Gezerken, etrafınızda turistik binaları görebilirsiniz. Hatta şehir broşürlerinden birini alın, ve sırayla Freedom Trail’i adım adım okuyun, bu şekilde gezerken öğrenebilirsiniz de. Bu arada Go Boston Card ile ücretsiz tura da katılabilirsiniz. Antik kıyafetler giymiş birilerini bulursanız, peşlerine takılabilirsiniz.

Sonuç ve Değerlendirme

Sonuç olarak, 10 sene sonra tekrar Amerika’da olmak çok güzel.  Bu yolculukta, yolculuk arkadaşım, sevgilim beni hiç yarı yolda bırakmadı, tam tersine beni destekleyerek ve yardım ederek harika bir tatil geçirmemizi sağladı.

Yolculuk sona erdi ancak, bu tatil bazı başlangıçları beraberinde getirecek, belli oldu. Konu ile ilgili sorunuz varsa, bana istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz, umarım yararlı bir yazı olmuştur, ve birgün işinize yarayabilir. Hayırlı yolculuklar.

Sanver: