Sene 2007, arkadaşlarla yazın Türkiyedeki son partisini veriyorum, buz gibi içkiler, açık hava, müzik, dans, eğlence… hepsi bir arada. ertesi sabah bi kalktım sesim çıkmıyor. Yalnız şunu belirtmekte fayda var, sesim kısık değil, sesim bildiğiniz yok. en ince ses telimden inler gibi konuşabiliyorum, ancak seçemiyor insanlar ne dediğimi.
Neyse, akşam oldu, benim bavul hazır; aldım elime çıktım yollara. 45-50 dk’lık yolculuğun ardından THY’ye ulaştım. bavulu arabadan indirirken bir kızla göz göze geldim, ama ne gelmek. bir anda etrafım aydınlandı. derler ya “içime güneş gibi doğdu” diye; kız resmen aydı beni. ne uyku ne halsizlik, hiç bir şey kalmadı, kıpır kıpır heycanlı bişey oldum bi anda.
Gereksiz güvenlik aramasından geçerek içeri girdik, sonrasında kontuar sırasına girdik, bavulları verdim, bizimkilerle vedalaştım, diğer güvenlik aramasından geçerek içeri, geçitlerin (gate) olduğu yere ulaştım. etrafı kesiyorum, elimde psp, santranç oynuyorum (çok elit). oyun sonu etrafı kesmek için kafamı bir kaldırdım, kız ileride bi yerde oturmuş kitap okuyor! heyecan bastı yine, vaay be “kızın güzelliğine bak” diyorum içimden. inanılmaz güzel kız ama. kelime ile tarif edemem. yabancı uyruklu kendisi çok belli, çok şık ve kaliteli görünüyor, siz fakirler gibi değil yani. neyse ben fırsat buldukça kafayı kaldırıp kıza bakıyorum, kız çok ileride olduğu için bulmam zaman alıyor. bi ara onun da bana baktığını farkettim, ama mesafeden dolayı bakış çizgisi üzerinde bir çok hedefi olabilir diye ihtimal vermiyorum bana baktığına. o kadar güzel kız çünkü, ben bile “beni ne yapsın” falan diyorum içimden. ben bile yani düşün!
Geçit için çağırdılar, uçağa binicez, bi baktım kız da kalktı ayağa, benim kalbim yerimden fırlıcak, ancak ihtimal vermiyorum, kaç kişilik uçak. ben aynı uçak için bile ihtimal vermezken yanıma oturacağını düşünmüyorum bile. ben de heyecandan mı artık, kızla ilgili panikten mi bilemedim, kalkıp vip sırasına girmişim. hani şu ilk önce uçağa alınanların sırası. görevli hostes kız gülümseyerek “biletinizden sizin vip olmadığınızı anlıyorum, ancak buyrun, sizi geri çevirmeyelim” dedi, aldı beni içeri. bir şey diyemedim tabi kıza, salak salak kafa sallıyorum, gülüyorum falan. asosyal, sorunlu tiplere saati sorunca gözünü kaçırır, cevap veremez ya, onun gibi.
Sonrasında geçtim uçağın en sağ tarafındaki sıraya (1 sırada 8-9 kişi oturuyor, cam kenarlarında 2, ortada 4 veya 5 kişi, öyle bir uçaktı bizimkisi). sırt çantamı koydum üst tarafa. uzun yolculuk olacak tabi, kulaklık, psp, mp3 çalıcı vb eğlencelik cihazları ön koltuk cebine yerleştiriyorum. baktım bizim tarafa da almaya başladılar birilerini, yaklaşık 15 dk sonra içerisi yeniden aydınlandı, benim kalp ritmi tavan, oturduğum yerde terliyorum falan. kızla göz göze geldik, ancak 2 koridor var ve kız diğer koridor kapısından içeri girdi. imkan vermiyorum helen olacaklara, ne alaka ya, uçakta yer mi yok yani falan diyorum ama bi yandan da yakınlarda bir yerlere otutursa yolculuk boyunca keser, ömrüme ömür katarım diyorum içimden.
Neyse kızla bi daha göz göze geldik, kız bir biletine baktı, bi numaralara baktı, bir anda bizim taraftaki koridora geçip koltuk numaralarına bakarak ilerlemeye başladı. at yarışında geriden gelen ata bakan adamlar gibi gözlerim açılmıştı, içimden “yürü be, hadi be, koş” sesleri geliyor, bir yandan gözümü kırpmadan kıza bakıyorum, nereye oturacak, ne yapacak diye. kız benim önümdeki koltuk sırasını saya saya bana kadar geldi, bi de gözlerini aşağı indirip bana baktı. ben cidden haykırıcaktım “kazandıııııım” diye! zor tuttum kendimi. kız geldi gülerek yanıma doğru, bir kez daha baktı numarasına. ingilizce “cam kenarı sanırım benim yerim” dedi. ben de sanki kızı ilk defa görmüşüm gibi, “aa öylemi! tabi tabi geçin buyrun” der gibi başımı sallayarak izin verdim geçsin diye. kız çantasından yanına bir kitap aldı, oturdu yerine. yerleşti. kemerler bağlandı. ben heycandan ön koltuk başlığına bakıyorum. gözlerim şaşı. mesafe çok yakın malum. kız yanımda camdan dışarı bakıyor. kızın ne yaptığını önüme bakarken bile görebiliyorum; kafayı bir bana çeviyor, bir önüne bakıyor, bir kitabın kapağına bakıyor, bir camdan dışarı bakıyor vs derken kız kafayı tamamen bana çevirdi. “öhöm öhöm” tarzında bi sesle benim de kafamı ona çevirmemi sağladı, benimki zaten güdümlü, kız kıpırdasa ona bakıcam belli. “uzun bir yolculuk olacak”, elini uzatarak “tanışalım, ben katerina” dedi. “aaa merhaba, ben de sanver, çok memnun oldum, evet uzun yolculuk olacak, böyle yolculuklarda insanın yanında konuşabileceği birilerinin olması şart” dicektim ki, sesim aklıma geldi, bunları inleyerek anlatamazdım. “Sesim çıkmıyor”un el işaretini de bilmiyordum. elimi uzatsam, tokalaşsam, birşeyler de söylemem gerekecekti, elimi uzatmasam öküz olacaktım. mantıklı olan, öküze bağlanmaktı. malum öküzlük bizde ata sporu, yabancılık çekmezdim.
Bildiğiniz kıza bakıp, kafamı çevirdim. ne konuşmam gerekti ne de rezil olmam. bu sebeple içim rahat. size bu hikayeyi “kızla konuştuk, iletişim bilgilerimizi aldık, sonraki seneler yanına gittim, o ülkede iş buldum, ve birlikte yaşıyoruz, evleniyoruz” diye anlatmak isterdim. gerçekten isterdim, çünkü kız çok güzel ve iyi birine benziyordu.
Aşk hayatımdaki kırılma noktalarından biridir, şu an içinde bulunduğum durum da tam olarak öküzlüklerimin bir bileşkesidir.
Siz siz olun, uzun yolculuk öncesi terli terli soğuk su içmeyin. Aşk hayatınız yerle bir olabilir. 😕
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.